GÖZYAŞI ÜSTÜNE YAŞAM BİNA EDENLER


GÖZYAŞI ÜSTÜNE YAŞAM BİNA EDENLER

“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!”

 

Bu cümle asırlardır milletimizin zihninde yer etmiş lakin ölü mezarına üfleyip geçtiğimiz Fatiha’ya sahip çıkmadığımız gibi bu söze de sahip çıkmamışız.

 

Dağlara inseydi Allah kelamı, paramparça olurdu dayanamazdı, insan için indi ve asıl gerçek budur. İnsanlıkta aldı kabul etti, inandı iman getirdi. Şöyle baştan aşağıya okudu, içinden işine gelenleri aldı, işine gelmeyenleri ya görmezden geldi, ya da kulak ardı etti.

 

Yeryüzünde yaratılan her şey insan için yaratıldı, insanın rahatı için, beslenmesi için, mutlu olması için… Kimisi verilen nimetlere ciddi anlamda şükretti, kimisi ise verilenleri kendi kazancı zannedip böbürleniverdi.

 

Günümüzde insanı merkeze alıp yaradılanı sevmeyi, ona ilgi göstermeyi, onu rahata erdirmeyi bir zul addeder hale geldik. Kendimiz gibi olsun, çeşitlilik olmasın, ya kesin itaat etsin ya da benden uzak dursun demeyi kendimizde hak gördük.

 

Sınıfta demokrasi ve çok seslilik dersi veren bir öğretmenin, herhangi bir tezine karşı olumsuz görüş bildiren  öğrencisini terslemesi gibi tersledik, öteledik.

 

Nesli hür, vicdanı hür nesiller bekleyen cumhuriyete hizmet eden öğretmenlere kısıtlamalar getirip özgür toplum yetiştirmesini salık verdik. Koşulsuz itaat bekledik herkesten. Başkaldıranların başını ezmeyi marifet bilerek.

 

Kiminin kılığı gitmedi hoşumuza, kiminin kıyafeti. Tornadan çıkmış topaç yetiştirmeyi yeğledik. Çok seslilik, renklilik isteyemedik, ya davulcuya ya zurnacıya gider sanarak, şeffaf kelepçeler taktık insanımızın bileklerine.

 

Emrimiz altındakilere köle muamelesi yapmak, onları zaptü rapt altına almaktı onlara yapılacak en iyi hizmet, ya da biz öyle zannediyorduk.

 

Çalıştık çabaladık, tahsil gördük, zengin olduk, patron olduk, müdür olduk, imam olduk, öğretmen olduk, amir olduk. Allah’ın buyruklarını öğrendik, namaz kıldık, hacca gittik, zekât verdik, oruç tuttuk ve böylece Müslüman olduk hem de en dindarından.

 

Dükkânımızın kapısına “cumadayım” yazdık, içindeki duvarlara da birkaç ayet, hadis. Hacca gittik bilmem kaç kere, duyurmadığımız kimse kalmadı, zekât verdik bir tek gazeteye ilan vermediğimiz kalmadı. Bir kere gidince hacca farz, birden fazla gidince sünnet olduğunu biliyorduk ama sünnet ibadeti yapmak daha iyiydi bize göre,”dostlar kabede görsündü.” Oraya sünnet ibadeti yapmak için yapılan masrafa burada kaç tane yoksul öğrenci karnı doyurarak farz sevabı alacaktık bilemedik, bildiysek de işimize gelmedi. Eee hani ilim öğrenmek, öğretmek farzdı. Farzdı ama bunu kim görüyordu, hem geçer akçe bu değildi ki. Öğrenci okuttuğunu bilseler kaç kişi uğrar bunun için senin dükkâna. Sigortasız işçi çalıştırmayı marifet bil, sekiz saat çalışması gereken insanı on iki saat çalıştır, ikramiye verme, izin verirken bin bir nazla ve hakaret ederek ver, namazını da kılıver olsun bitsin, al sana Müslümanlık.

 

Bir kez kalp kırdın ise,

Kıldığın namaz namaz değil.

Yetmiş iki millet de,

Elin yüzün yumaz değil.

 

Kırdığımız kalpleri nasıl onarmayı düşünüyoruz ve nasıl bir yol ki gittiğimiz, herkes şikâyetçi bizden. Bir arkadaş sofrasında “el gördüye” yedirdiğimiz yemekler bir işçinin aylık mutfak masrafına denk düşüyorsa burada oturup düşünmek lazım. İftar sofralarındaki, kimin yemeği daha çeşitli yarışı yapılıyorsa başımızı öne eğmek ve komşusu aç iken mide tepiştirdiğimizin hesabını nasıl vereceğimizin muhasebesini yapmak lazım.

 

Unutmamalı:

 

“Yaşam herkesten yana olmayabilir ama ölüm tarafsızdır.”

 

{fcomment}

Facebook yorumları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir