Şiirler azaldıysa, hayıflanmanın anlamı yok artık. Ya yeniden kaldıracağız ayağa şiirleri, şiir yürekli insanlarla birlikte ya da bekleyeceğiz kıyameti, kıyam etmesini bilmeyenlerle birlikte…

Şiirler, hayatımızın aynası, yaşanmamışlıkların aksi. Bir izdüşüm…

Bitmemiş belki ama azalmış.

Yalnızlıklar hissedilmiyormuş artık. Beynin içindeki uğultular engel teşkil ediyormuş şiire. Öylesine bir hayatmış yaşanan.

Şarkılar yaşananların tortusuysa şayet, şiir yaşanmamışlıkların özüdür.

Öz kalmamış. Kalitesi düşmüş düşlerin. Hayal kırıklıkları arttıkça hayal kuramaz olmuş insanlar. Avuntular yormuş, yıldırmış. Ne kadar iyi bakarsan bak, meyve vermiyorsa bir ağaç, kesersin kökünden hani? Yeşilliği kimin umurunda? Gölgesi bile serinletmezmiş ağustos sıcağında.

Matematiksel düşlerimiz var artık şiirsiz. Hayaller ne kadar içimizi ferahlatırsa ferahlatsın, kesinlik kazanmadıkça boş.

Boş işler bunlar, parçalanan edebiyat belki de kimine göre.

Bir amaç uğruna yaşamak güzel, hoş geliyor kulağa da. Ulaşamayınca amaca, kesiyoruz kökünden hayalleri. Şiir karın doyurmuyor.

Sahip olduğumuz hiçbir değerin değerinden habersiz yaşıyorsak, gerçekleşmesi için verdiğimiz mücadeleler silinmişse hafızalardan, yeni bir şeylerin gerçekleşmesi için çabalamak niye?

Puzzle parçalarını almışız elimize, yapıp bozuyoruz. Birkaç parça yerleşmezse yerine, kırıp döküyor, dökülüyoruz.

Siyah ve beyaz tüm renklerimiz. Şiirin raconuna ters. O yüzden azalıyor şiir. Nitelikli değil beklentiler. Hem illâ beklenti işte. Kendimizi kendi çabamız sürüklüyor şiirsizliğe.

Kaybettiklerimiz kendi elimizle öldürdüklerimiz değil mi? İnsan en çok sevdiğini öldürürmüş, öyle diyorlar. Yaşanacak pek bir şey bırakmıyorsak geride, bir an önce yaşansın bitsin diyorsak, yaşandı ve bitti oluyoruz. Yaşanmıyoruz ama bitiriyoruz, yaşayamıyoruz da üstelik.

Tüm yolların sonu görünsün dedikçe biz, sonu görünmeyen görünmesi de imkân dâhilinde olmayan yollara çıkamıyoruz. İki kere iki. Bir formül var elimizde. Herkes bir formül tutturmuş gidiyor. Rakamlar yerli yerine yerleşmezse kalmıyor hevesimiz.

Bizim istediğimiz anda olsun her şey derken, bencilliğimizin bile farkında değiliz. “Ele geçmez hiçbir şey, uğruna savaş vermediysen.” demeyi bile akıl etmiyoruz.

Uğruna savaş verdiğimizi zannettiğimiz onca şey için aslında -kimine göre- kılımızı bile kıpırdatmamışızdır.

Ne kadar yalnızlık varsa yaşayıp, doymamışsak hâlâ ve sarılmamışsak şiirlere, şiirsel bir yaşam tarzına, edebiyat parçalama yaftasını göze alarak, koymamışsak kendimizi ortaya, şikâyet etmeye de hakkımız olamaz.

“ Bu memleketin insanını şiir kurtarır.” diyen İsmet Özel’e sırt çevirmek şöyle dursun, onun dediklerini dudak bükerek dinliyor ya da dinler gibi yapıyorsak…

Bizleri, ne şiir, ne en sahici romanlar, ne de en güzel kurgulanmış hikâyeler kurtarır.

Hoş, zaten kimsenin de bunlar yoluyla kurtulmak gibi bir derdi yok.

İki kere ikinin dört etmediği bir yaşam düşlemek, o yaşam uğruna savaş vermek biz yorgunların, azaltılmışların, şiirsizleştirilmişlerin harcı değil.

Bedenimize çok iyi bakıyoruz, ruhumuzu doyuran ne varsa her şeyden uzak durarak. Okumak bile zor geliyor bize. Herhangi bir kitabın kapağını açtığımızda ekranlara bakmaktan yorgun düşen göz kapaklarımız kapanıveriyor.

Mustafa SÜS

Facebook yorumları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir