KARA LASTİKLİ ALİ (Öykü)


KARA LASTİKLİ ALİ (Öykü)
Belindeki azığı çözüp mutfağa bıraktı. Hayli yorgun görünüyordu.
Ana! keçileri zor zapt ettim, koyunlar da sıcaktan bir türlü yürümek istemedi, dedi.
Anası önündeki işine dalmış ha bire tokuş sallıyordu halıya. Duymadı bile Ali’nin serzenişlerini. Ali hep şikayet ederdi, her şeyden. Belli ki bir çıkarı vardı, yoksa niye şikayet etsin durup dururken, hem itici olmaz mı sürekli serzenişte bulunanlar? Çıkarı da ne olacak canım, davarları ahıra tıktıktan sonra başka iş vermesinler, tek derdi buydu…
Dağda koyun otlatmadan gelen çocuklar genelde aç olurlardı. Açlık da öyle böyle değil adam akıllı aç olunurdu. Ve evde hazır yemek bulmak neredeyse imkansızdı, herkesin işi gücü vardı…
Ali mutfağın yolunu tuttu. Hemen bir çay koydu. Çay olana dek kendisine kahvaltı türü bir şeyler hazırladı. Ne yoktu ki menüde? Peynir, zeytin, bal, tereyağı, reçel, domates, pekmez, salatalık, süt kaymağı… Şaşırmadınız değil mi? Koyunları vardı Alilerin birçok ve bu saydığım kahvaltıdaki zengin menü şaşılacak bir durum değildi.
Ağzınız sulanmasın, sadece kuru peynir vardı çayın yanında.
Kuru, kupkuru…
Hani bir hikaye vardır:
“Yaşlı bir çift kahvaltıda keş (kuru peynir) ve ekmek yiyorlar. (Bizim köylerde bu tür peynirlere keş denmez, ‘dinsiz imansız peynir’ denir.)
Evet işte bu peyniri taş gibi sert ekmeğin içine koyup yiyorken kadının boğazına durmuş keş…
Yutkunurken de kocasının gözlerine bakıyormuş acaba kalkıp da su getirir mi diye…
Kocası da yarısı içinden yarısı dışından,
Ha keş! Ha keş! diyormuş…
Artık ne çektirdiğiyse avrat… Ölümünü keşten bekleyecek kadar…”
İşte o peynirle çayı anasının halı dokuduğu odaya getiren Ali, anasına,
Hadi anacığım çay hazır! Dedi.
Yerinde sabit durmaktan her yanı tutulan anası sızlanarak sofraya doğru döndü ve karınlarını doyurdular.
Ali aceleyle kalktı çayından son bir yudum alarak ve dağdan geldiğinden dağda kirlenen üstünü başını bir bezle sildi, çantasını da alıp okulun yoluna koyuldu. Giderken de sürekli ayakkabısına bakıyordu.
Bilirsiniz, kara lastik, namı diğer soğuk kuyu ayakkabı vardı eskiden… Şimdiki çocuklara göstersen bayılırlar, moda falan zannedip… Oysa fakirlik belirtisiydi o ayakkabılar ve hiçbir çocuk giymek istemezdi…
Ne kadar koyunun olursa olsun, kazanılan paralar koyunların yemi için harcandığından çocuklara kara lastik dışında ayakkabı almak mümkün olmazdı.
Mümkün olsa da gerek duyulmazdı.
Şimdilerde sınavda başarısız olan çocuğunun başarısızlığını örtmek için okula gelip okul müdürüne:
Hocam, sınav görevlisi bayan öğretmen, topuklu ayakkabıyla sınıfta dolaşırken ayakkabıdan çıkan ses çocuğumun psikolojisini bozmuş, ben o öğretmenden şikayetçiyim, diyenler var…
Önceleri kara lastik ayakkabıyı giyerek köyden şehre giden ve şehirdeki ıskarpin veya spor ayakkabı giyen çocukların içinde bozulan çocuk psikolojilerini hiçbir kitapta bulamazsınız…
Üstelik Ali’nin ayakkabısının arkası da yırtıktı. O yırtığı uzun pantolon paçalarıyla bir şekilde kapatıyordu ama gel gör ki, kara lastik ayakkabılar gün gibi ortadaydı.
Ali’nin babası cuvara da içmezdi ki, ‘cuvara içecene çocuğuna ayakkabı al’ deseler…
Ali okulda hep arka sıralara otururdu. Ön sırada en azından öğretmen görmezdi ders esnasında kara lastiği. Öyle öğretmenler vardı ki, köyden gelene gavura bakar gibi bakarlardı.
Yağmurdan nefret ederdi Ali. Yağmur yağınca ayakkabı vıcık vıcık su olurdu. Okulun mescidine giderken çoraplarını cebine bile koyamazdı, cebini kirletirdi, ayağında dursa halıyı kirletirdi.
Ali zeki idi çalışkan olmasa da. Sınıfta göz doldururdu. Hazır cevap halleriyle kimi öğretmenler Ali’den hoşlanmasa da sevilirdi zekası yüzünden genelde.
Ali okuluna her zamanki gibi vardı. Utana sıkıla sınıfa girdi yerine oturdu. Ders Türkçe idi. Öğretmen şiir okuyor Ali pencereden uzağa, koyun otlattığı dağlara bakıyordu.
Mevsim sonbahar olduğundan, hava bir açıp bir kapanıyor bulutlar Ali’ye düşman edasıyla göz kırpıyor, Ali’nin içi kararıyordu. Yağmurdan hoşlanmazdı Ali.
Öğretmen, Çocuklar, içinizden şiir yazan var mı? Diye sordu, okuduğu şiiri bitirdikten sonra…
Ali hala pencereden dağlara bakıyordu. Sıra arkadaşı Ali’yi dürttü, bak senden bahsediyorlar, dedi.
Arkadaşının biri Ali’nin yazdığı şiirleri okumuş ama beğenmemişti. Öğretmen sorunca da, birden aklına gelmişti Ali’nin şiirleri.
Öğretmenim Ali şiir yazıyor, demişti, Ali duymamıştı bile.
Oku bakalım Ali! Dedi öğretmen…
Ali sınıfın okuma parçası okuyucusu olduğundan, okuma konusunda heyecan falan yapmazdı.
Havamda değilim, dedi öğretmene…
Öğretmen güldü, nereden öğrenirsiniz bu tür yeni lafları bilmem ki, hadi bekliyoruz, oku dedi.
Ali defterini çıkardı isteksizce, başladı okumaya.
Öğretmen çok beğenmişti şiirini Ali’nin…
Sınıfta bir alkış koptu. Ali bön bön bakıyordu arkadaşlarına.
Not defterini çıkarıp öğretmen Ali’ye not verdi. Şiirini okul gazetesinde yayımlatma sözü de verdi. Ali heyecanlanmıştı.
Tamam dedi tam sırası işte.
Okul bitti, okul çıkışı, gece sabahlara kadar ilanı aşk edeceği kıza yaptığı provaları gerçeğe dönüştürecekti.
Acayip gaza gelmişti.
Kızın karşısına dikildi kız da Ali’nin farkındaydı eskiden beri ama utancından yere baktı.
Ali tam o esnada kızın yere bakmasını kendisinin kara lastiğine bakıyor zannetti…
Arkasını dönüp ani bir hızla arkasına bakmadan, koştu, koştu, koştu…
M’S

Facebook yorumları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir