Edremit Körfezde Olay Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Ceren Kezban Yıldırım ile Yitik Kadınlar üzerine yapılan söyleşi…
SIRA DIŞI YAZARLA, SIRA DIŞI BİR RÖPORTAJ
Özgürlüğün gerçek tanımını yaşam tarzına yansıtan ve bazen sert eleştirilere rağmen ‘kendisi’ olmaktan asla vazgeçmeyen çizgi dışı bir yazar O.
Alışılmış insan portresinin ötesinde, hayata yeni bir bakış açısı kazandıran ve zaman zaman herkesin kaçırdığı en ince detayları bulup, hayata sıcacık bir tebessüm arası verdirten eğitimci yazar Mustafa Süs’ü yine sıcak bir Temmuz gününde çayını yudumlarken yakaladım.
Süslü AVM ve kalabalık şehir hayatının dışında, bir akarsu veya dere kenarında semaveriyle görmeye alışık olduğumuz ve yeni kitabı ‘Yitik Kadınlar’ ile ilk basılı eseri yayınlanan Mustafa Süs, röportaja verdiği cevaplarla, ezberleri bir kez daha bozdu.
Bize biraz kendinizden bahseder misiniz?
1974 yılının yağmurlu 1 Nisan sabahı Kayseri’nin bir köy evinde dünyaya gelmişim. Yağmurdan mıdır bahardan mıdır, ana sütünün eksikliğinden midir ya da anamın rahatsız olmasından mıdır bilinmez, çok zayıf ve her an ölebilecekmişim gibi doğduğumdan dolayı doktora götürmeye bile gerek duymamışlar. Ana sütünün kesilmesiyle birlikte, 3 aylıkken başladığım çay macerasıyla bugünlere kadar geldim. İlkokulu köyümde, ortaokul ve liseyi Yahyalı ilçesinde okudum. Köyde iş yükünün ağır olması tarımda makinalaşmaya geçilse bile dağ tarlalarına makine gitmediği için yazın sıcağında tarlada çalışmama uğruna üniversiteyi kazanmak zorunda kaldım.
Niğde Ömer Halis Demir Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği bölümünü kazandım. Çok sevdiğim öğretmenlik bölümünü okumama rağmen öğretmenlikten hiç doyum alamadım. 4 yıllık üniversite eğitimimi doğru dürüst okula gitmeyerek, ders çalışmadan bitirmeme arkadaşlarım haricinde bütün hocalar hayret ettiler. Ben 4 yıllık okulu 4 senede bitirince, en ümitsiz öğrenciler bile okulu bitirebileceklerini düşünmeye başladılar. Fırsat buldukça kitap okuyarak, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite hiç ders çalışmadan nasıl biter onu öğrenmiş oldum. Öğretmenlikten doyum alamadığım ve ideallerimi gerçekleştirme şansımın olmadığını düşündüğüm için yöneticilik dalında mastır yaptım. Üniversiteyi geçme hayallerim Milli Eğitim’in yanlış yabancı dil müfredatı sonucu bana hiçbir şey öğretememesiyle suya düştü. Necmettin Erbakan Üniversitesi’nde Eğitim Yöneticiliği ve Teftiş dalında yüksek lisans yaptım. 8 Yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, daha fazla çocukların hakkına girmemek için okul yöneticiliğine geçtim. Aynı zamanda yerel gazete ve dergiler ile internet sitelerinde eğitim, sosyal ve siyasi konularda köşe yazarlığı yapmaya başladım.
‘Yitik Kadınlar’ isimli ilk kitabınızı piyasaya sürdünüz. Tema olarak niçin kadınları seçtiniz? Niçin ‘Yitik Kadınlar?’
Toplumu büyüten, eğiten (eğip büken), yetiştiren en önemli unsur kadındır. Eğitimde kadının rolü okullardan, televizyonlardan ve sinemalardan daha fazladır. Kadınlar dünyanın şekillenmesi için kendilerine verilen bu değerin farkında değiller. Farkına varabilmeleri için onlara hatalarını ve eksiklerini birilerinin söylemesi gerekiyordu. Ruhu ve gururu okşanan kadınlar toplumsal görevi yerine getiremiyordu. En ön planda olması gerekirken, ‘ben niye en ön planda değilim’ diyerek sürekli ilgiye muhtaçmış gibi davranıyordu. Ve böylelikle kadınlar yitiyor, yani elimizden kayıp gidiyordu. Kadın yitmemeli, topluma sahip çıkmalıydı. O yüzden kitabımın adı Yitik Kadınlar oldu.
Yani burada bir sosyal mesaj verdiğiniz doğru mu?
Evet kesinlikle.
İlk kitabınızı bastırmayı ne zaman düşündünüz?
Ne zaman öleceğimi kendim tayin ediyor olsaydım, yazacağım bütün kitapları biriktirir ölmeden 5-6 ay önce hepsini yayına verirdim. Şu anki kitap çıkarma isteğim de ne zaman öleceğimi bilmediğim için devreye girdi.
-Bugüne kadar niye bekledin? Ölüm aklına gelmiyor muydu?
Dünyada iz bırakan eserleri okuyunca, benim kitap çıkarmamın onların yanında çok cılız kalacağını düşünerek, bir nevi haddini bilerek, kitap çıkarmaya heves etmedim. Bu bir özgüven eksikliği değil, kendini ve haddini bilme tavrıdır.
Yetiştirdiği meyvenin lezzetli olduğunu gören köylünün profesyonel anlamda çiftçiliğe başlaması gibi ben de yazdığım yazılardan aldığım geri dönüşlere bakarak kitap çıkarmanın artık vaktinin geldiğini düşündüm.
-Bunda herhangi bir ticari kaygı var mıydı?
Kesinlikle öyle bir kaygım yok, eğer olsaydı ölmeden 6 ay önce çıkartmayı düşünmezdim.
-Kitabınızda önsöz bulunmuyor, bunun bir sebebi var mı?
Aslında önsöz vardı, fakat baskıda bu kısmı atlamışlar. Önsöz şu şekildeydi:
ÖNSÖZ
Kimi sadece yaşar, yaşantısı söz olur; kimi sözünü söyler, sözü yaşantı olur.
Söz söylemek, hayatta kalmak demektir, ölsen bile…
Bir sözümüz olsun, gelecek nesillere kalıcı bir iz bırakalım düşüncesinden yola çıkarak kaleme aldık bu kitabı. Bir Necip Fazıl olamasak da belki Necip Fazıl’la anılır adımız.
Alışılagelmiş “öykü” anlayışının dışına çıktık. Hatta kimi öykülerimiz “deneme”, “şiir” tadında.
Öykülerimizin içinde yaşayan kimi insanlar, öykülerden sonra yaşamaya başladı; hayatta iken herhangi bir insandan mülhem değildi kahramanlarımız.
Öyle bir söz söyleyeyim ki, söylediğim söz kendime rehber olsun düsturuyla yola çıkan ben, kendime çekidüzen verme yolunda ilerlemeye çalıştım.
Bu kitap da, herkesten önce bana örnek teşkil edecek kanaatindeyim.
Bu kitabı yayına vermem konusunda beni motive eden tüm dostlara, yazdıklarıma ilham olan değil de, yazdıklarımdan ilham alan herkese,
Yazdığım her yazıya mutlaka olumsuz bir eleştiri getirip, hayatta kalabilmem için yazı yazmanın ne kadar önemli olduğunu bana öğreten, Kardeşim Eşref Şimşek’e,
İçerik ve İmla konusunda gecesini gündüzüne katıp iğneyle kuyu kazar gibi inceden inceye çalışarak katkıda bulunan değerli öğrencim/hocam Muhammet Burkucu’ya,
Beni doğuran Anam’a, Güz’üme, beni yeniden doğuran NeFeS’ime,
Ve her baktığımda ruhumun aksini paramparça eden Aynalara ithaf ediyorum…
-Yazmak yetenek işi midir? Sonradan öğrenilebilir mi?
Yazmak kesinlikle yetenek işidir, sonradan öğrenilen yazılar teknik yazılardır ve sanatsal değeri olmaz. Sonradan öğrenmeyle matematik ile ilgili aydınlatıcı bir makale yazabilirsin, bir öykü şiir ya da makale yazabilmek için doğuştan gelen bir yetenek gerekir.
-Kendinizi ne zaman yazar olarak tanımlamaya başladınız?
Yaklaşık ilkokul 3’ten beri sürekli bir şeyler yazdığım halde, yazdıklarımı kendime sakladığım için yazar olduğumun hiç farkına varamadım. Ne zaman ki yazdığım yazıları insanlar görmeye başladılar, çevremdeki insanlar yazdıklarıma hayret ettikçe, yazarlık yeteneğimin olduğunun farkına vardım.
-Peki yazılarınız açığa çıkmasaydı, kendinizi yine de yazar olarak görmeyecek miydiniz?
Yazı yazmaya devam ederdim ama kitap çıkarmaya heves edemezdim.
Kitap çıkarınca mı yazar ünvanına sahip oluyorsunuz?
Toplumda basılı eseri olmayan insanlara yazar gözüyle bakmıyorlar. Ama benim basılı bir eserim olmasaydı da, yazar olurdum ama kendimi yazar olarak nitelendirmezdim.
-Yazdıklarınızı kimsenin okumayacağını bilseniz de yazar mıydınız?
Kesinlikle yazardım.
Yazmak sizin için hayat boyu süren bir serüven mi yoksa? Yoksa geçici heves mi?
Kendini yazar olarak tanımlayan insanlar, yazmadan hayattan zevk alamazlar. Yaşamı idame ettirebilmek ve vücudu doyurabilmek için ekmek, su ve hava ne kadar gerekliyse, benim ruhumu doyurmak için de çay ve yazı yazmak da o kadar önemlidir.
Her basılı eseri olan yazar mıdır?
Hayır her basılı eseri olan yazar olarak nitelendirilemez. Hatta çok satan yazarlar bile yazar olarak nitelendirilemez.
Buna kim karar veriyor?
Eserin zamanla yok olması değil zamana dayanması önemli. Günümüz toplumunun çok okuduğu yazarların zamana dayanacağını düşünmüyorum. Örneğin içinde bolca aşk, meşk entrika olan kitapların çok okunması, onların kalıcı olacağı anlamına gelmez. Saman alevi gibi yanıp sönerler. O kitaplar yazarını zengin etme ve okuyucuyu kitap okudum deme dışında bir etki bırakmaz.
-Bu durumda bazı yazarlar tribüne oynuyor diyebilir miyiz?
Evet kesinlikle örnekleme doğru. Belli bir amaç için yazıyorlar daha sonra esamileri okunmuyor.
-Sosyal medyadan da takip ettiğimiz üzere sizdeki çay sevgisi çok büyük? Herkes sizi Mustafa Süs=Çay olarak anımsıyor. Bu imaj hoşunuza gidiyor mu?
Çay içmeyen ya da çay sevmeyen insanlara gıcık olduğum doğrudur (gülüşmeler…) Ama hayatı boyunca yazmaktan hiç geri durmayan bir insanın çayın yanında yazılarının da dikkate alınması bir yazar için vazgeçilmez bir şeydir. Netice olarak çayla anılmaktan rahatsızlık duymuyorum hatta bu beni sevindiriyor.
Gerek giyim tarzı, gerekse de düşünce yapısı olarak çok farklısınız. Meslek yaşamınızda da çok rahat bir tarzınız var. Bu geleneksel Türk toplumunda tepkilere neden oluyor mu? Eleştiri alıyor musunuz?
Özgürlüğün tanımı; kimseye zarar vermeden istediğin her şeyi yapabilmektir. Bu tür kılık kıyafetle kimseye zarar verdiğimi düşünmüyorum. Geleneklerine sıkı sıkıya bağlı bir insan olarak takım elbiseli bir insanın burun kıvırdığı bulgur pilavını dağ başında bağdaş kurarak yiyebilen bir insanım.
Farklı bir zihin yapısına sahip olduğumu söyleyen çok oldu. Ben de kendimi öyle nitelendiriyorum. Bu da daha çok toplumumuzu ağırlıklarından kurtarmaya yönelik geliştirilen bir düşünce yapısıdır. Çünkü kabuğundan çıkamayan, kendisine dayatılan hayatı yaşayan, papağan gibi aynı şeyleri tekrar eden ve ezber bozmayı risk olarak gören toplumdaki insanların hangi işi yaparsa yapsın başarılı olacağını düşünmüyorum. Ve ayrıca 10 tane çatalın içerisinde, eğik işe yaramaz çatal değil benim farklı düşünüyor olmam. Çünkü farklılık işe yaramak ve iz bırakmaktır.
Türkiye’de ve dünyada en beğendiğiniz yazar / yazarlar kimler?
Dünya çapında herkesin bildiği klasikler içinde ufkumu en çok açan yazarlar olarak düşündüğüm Dostoyevski, Tolstoy, Cehov, Aytmatov, Kafka, Montaigne, Puşkin, Gothe ve İslam dünyasından Fuzuli, Gazali, İbn-i Haldun, ülkemizde de ufkumu açan, bana bir duruş sağlayan çocuğuma adını koyduğum Necip Fazıl ve İsmet Özel. Tabii ki bunlar dışında okuduğum bir çok yazar vardır ama benim için bunlar en önde gelir.
Peki öğretmen olmasaydınız ne olmak isterdiniz?
Gazeteci olurdum ve şu anda da zaten köşe yazarlığı yaparak basın camiasının içinde sayılırım.
Neden gazeteciliği seçerdiniz?
Gazeteciliğin bana en iyi gelen tarafı insanlara günü birlik ulaşma şansı tanıması ve gece uyumayı sevmeyen bir insan olarak bana uygun bir meslek olduğunu düşünüyorum.
-Duygusal biri misiniz?
Dışarıdan bakılınca hayır.
-Burcunuz?
Koç.
-Hayatta gerçekleştirmeyi istediğiniz en büyük şey nedir?
Tek büyük isteğim kitap çıkartmaktı, onu da gerçekleştirdim.
-Elinizde sihirli bir değnek olsaydı, dünyada neyi değiştirmek isterdiniz?
Ne benim elimde sihirli bir değnek olur ne de Allah’ın işine karışırım.
-Sizi sürekli dağlarda görüyoruz. Şehir hayatını sevmiyor musunuz?
Dağlara en çok insanları gözlemlemeye çıkıyorum. İnsanları gözlemlemeye başlayınca birden kendimi, kendime bakarken buluyorum. Ve bütün insanlarda olan iyi ve kötü yanları zaten kendimde görüyorum. Dağlara çıktığımda kötü yanlarımın köreldiğini hissediyorum ve kimseye zarar vermeden yaşamaya çalışıyorum. İnsanları rahatsız etmek için yazılar yazıyorum.
-Hem insanlara zarar vermek istemiyorum diyorsunuz hem de rahatsız etmekten bahsediyorsunuz? Burada bir çelişki yok mu?
İdealist eğitimciler insanları rahatsız etmeden onlara faydalı olacağını düşünmezler. Rahatına düşkün insanlar topluma faydalı bir birey değildir. Başta da söylediğimiz gibi onların ezberlerini bozmadan o insanlara faydalı olabileceğimi düşünmüyorum. Bir insana iyi ol demek, onu rahatsız eder ama o insanın iyi olmasını da sağlar.
-Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz?
Yazı yazmaya başladığım ilk günden beri hangi kesimi rahatsız ettiysem, o kesim daha çok okumaya başladı. Çünkü kendini geliştirmek isteyen insanlarda gördüğüm en önemli özellik kendini rahatsız edici sözlere kulak vermeleri. O yüzden her yazım farklı insanlar tarafından okuyucu buluyor.
-Kitabınızda aşk teması var mı?
Hayır yok.
-Öykü ve romanlarda genellikle aşk teması işlenirken, bu da çok kabul görürken siz neden aşk temasından uzak durdunuz?
Çok zengin bir kızın bir çöpçüye aşık olması sadece filmlerde olduğundan ve hemen hemen herkes sadece dengine aşık olduğunu söylerken aşk temasını işlemek bana saçmalık gibi geliyor. Ben günümüz toplumunda gerçek anlamda aşkı yaşayan herhangi birine rastlamadım. Ben aşığım diyenler de bana hiç inandırıcı gelmedi. Çünkü bana göre aşk; maşuktan vazgeçebilmektir.
-Bu güzel röportaj için çok teşekkür ederiz.
Bana kendimi ifade edebilme şansı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.

Facebook yorumları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir