TOPRAK YOLDAN GİDEN TREN (Öz yaşam öyküsü)



TOPRAK YOLDAN GİDEN TREN (Öz yaşam öyküsü)
Geriye dönüp baktığımda, sanki üniversite yeni bitmiş de hayata yeni başlamış gibiyim. Gün gibi hatırlıyorum üniversite yıllarını. Daha dün gibi. Bir insanın hayatında en önemli yılların üniversite yılları olduğunu düşünürüm hep, o yüzden üniversite yılları milat gibi gelir.
Oysa gerçekler hiç öyle değil.
Okul bitince yaşamaya başladığım hayat normal insanların hayatına kıyasla birkaç kişiye belki daha fazla, hikaye olacak şekilde bir hayattı.
Benim hayatımı bindiğim trene benzetirim hep.
Ama bu trenin gideceği bir ray yok…
Toprak yoldan giden bir tren…
Giderken raylarla kesişmedim değil. Toprak yoldan raylara geçtiğim zaman, yoldan çıktığımı düşündüren bir durum.
Oysa herkes bilir ki, tren raydan çıkınca yoldan çıkmış olur.
Benim yolculuk genelde yokuştu. Yokuş, inişten daha güvenlidir güvenli olmasına da, sürekli terletir insanı, yorar, güçtür. İniş hiçbir zaman güvenli olmamıştır. Çünkü inişte yuvarlanma riski her zaman vardır ve ”inişte yuvarlanan taşın nerede duracağı belli olmaz.”
Yokuşta yürürken yanına neyi, kimi alacağını iyi hesap edersin.
Bazen sana dayanak olur yanına aldığın değnek, bazen sana yük olur.
Bana genelde yük olanlar denk gelmiştir. Dayanak olarak değnekten başka bir şey olmamıştır.
Yokuşa ben mi talip oldum, yokuş mu beni çekti, yapıp ettiklerim beni yokuşa mı mecbur etti? Bunları düşünmek için artık çok geç…
Okul yılları bitmiş, hayata atılmış, hayattan alabileceğim şeylerin bir kısmını, normal insanlara göre olağanüstü kısmını almış, daha da alacağım ne var diye beklemeye koyulmuş bir hâlde iken hâlâ hayata yeni başlayacağım, yaşadıklarım bir rüya sanmaktayım.
Yaşadığım şeyler sanki benim dışımda gerçekleşmiş, ben kendimi uzaktan seyre dalmış, kendi yaşadıklarımı izlerken de saçlarım ağarmış gibi…
Kendini uzaktan izleyen insanların içine düştüğü durumu gayet iyi hissediyorum.
Normal insanlardan kendimi ayırmamın sebebi anormal olmam mı?
Sıradışı olmam mı? Ya da kendimi onlardan özellikle ayrı tutmam mı? Asla!
Her insan kendine özgüdür.
Kendisinin dışındaki herkes normaldir.
Herkesin kendine göre ciddi acıları, yaşanmışlıkları, yaşayacakları, keşkeleri, pişmanlıkları, sevinçleri vardır.
Her insanın kendi hikayesi, kendine has, kendine özgü.
O yüzden diğerleri normaldir.
Ne sıradışı yaşama talip oldum, ne anormal görünmek için çaba sarf ettim ne de normal olmak için uğraş verdim.
Kendim gibi yaşadım. Kendim gibi yürüdüm. Kendim gibi konuştum, yazdım, okudum.
Normal zamanlarda kulak verdiğim, tavsiye aldığım, öğüt dinlediğim oldu.
Ama dönüm noktaları diyeceğimiz zamanlarda kulaklarım herkese, her şeye kapalı idi.
Öğrendiklerimden, gözlemlediklerimden, yapıp ettiklerimden kendime yol yaptım.
Bu yüzden dünyada suçlayacağım tek kişi yoktur. Beni yanlış yöne sevk etti, bana bunu yapmamalı, beni zor durumda bırakmamalıydı diyemem kimseye.
Bana yüzde yüz zarar verenleri sırtıma alan bendim.
Sırtımda yara izleri varsa yara açanlara bıçağı veren bendim.
Kritik dönemlerde zaten burnumun dikine gittiğim için toprak yoldan raylara beni kimse atmadı.
Yoldan çıkmışlığım da kendimin eseri, yola koyulmuşluğum da.
Yoldayken de, yoldan çıkınca da yorulan olmanın verdiği güçlükle sürekli kendimde kaldım, kendimi tanımam o yüzdendir.
Tren raylara geçtiğinde ”yoldan çıkmış” hissi durumu net bir şekilde açıklıyor aslında, dolaylı yoldan.
Manzarası doyumsuz uçurumlarda nefes aldığım doğru.
En çok uçurumlarda durdum, trene binmeyi uçurumlarda unuttum.
Kimi zaman kendi bindiğim kendi trenim ben uçurumlarda nefes almaya çalışırken, manzarayı seyre dalarken çekip gitmiş.
Az koşmadım kendi peşimden nefes nefese…
Yığılıp kaldığım yerlerde uyanınca bir söğüt gölgesinde buldum kendimi ya da yaşlı çınarların dibinde…
Kalk çay oldu diyen olmasa da kalkıp çayımı yapıp trenin biraz daha uzaklaşmasına mecbur kalmışlığım olmadı değil.
Dönüşü olmayan tek yoldu benimkisi, tren nasılsa tekrar döner gibi bir umudum hiç olmadı.
Ya trenle gidecektim ya peşinden koşacaktım.
Giderken trene aldığım yığınlarca insandan trende kalan olmadı pek fazla.
Kimi yolu beğenmedi kimi trende olmayan konforu beğenmedi, kimi beni beğenmedi.
Beklentilerinden sıkılan indi trenden.
Bin bu trene, senin tüm beklentilerine cevap vereceğim, dediğim kimse olmadı.
Heybesinde umut taşıyanlar umudunu yitirince indiler.
Kimi inerken tekme savurdu arkadan, kimi beddua etti, kimi dua etti.
Treni durdurup da uçurumun kenarında nefes almaya çalıştığım zamanlarda trenden inenler çok fena bozuldular bana.
Öyle ki, onları sürekli taşıyacağım yanılgısına düştüklerinin farkında değillermiş.
Oysa nefes almaya çalışıyordum. Ömrümü bir NeFeS’e vakfettiğimi bilememişler.
Hiç kimseye,
”Ben niye senin treninde değilim, niye beni taşımıyorsun?” demedim.
Buyur eden olmadı mı? Oldu tabi ki…
Benim tren yıprandı, tekerlekleri yoldan çıka çıka mahvoldu.
Büyük bir rektefeye ihtiyacı vardı.
Yoksa ne ben ne tren ne de yol kalmayacaktı.
Demir attım bir dağın koyağına.
Elime çayımı alıp trenle başbaşa yıllarca sohbet ettim.
Öyle diyaloglar geçti ki aramızda.
Trenin benden alacağının ne kadar fazla olduğunu öğrendiğimde kendimden utandım.
Dağların, dağlarda akan suların, ateşte yanan odunların, otun, böceğin, kuşların, ağaçların benden alacağını sormadım henüz.
Kendi elimden tuttum, kaldırmak için kendimi…
Elim, kendime isyan etti….
Elim bir kaza sonucu kendi trenimin altında kalıp can çekiştiğimi elim bana isyan edince öğrendim.
”Allah öldürür dünyadan alır,
Ben kendimi öldürüp hayatta bıraktım.”
Peki hayata başlayacak mıyım yeniden
Hani yeni mezun olmuş gibi üniversiteden?
Yaşadıklarımı yok sayıp bir başkasının hayatını seyre dalar gibi izlediğim kendi hayatıma bir yön, yol verecek miyim?
Yeni yokuşlar beni bekliyor…
M’S

Facebook yorumları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir