Tecrübenin Götürdükleri

Gittikçe akıl başa geliyor da akıl başta değilken daha huzurluydu sanki insanlar.

Çıkış yolunu bildikçe, sorunlara çözüm bulmaya akıl erdirdikçe, herkese akıl dağıtmaya başladıkça huzur falan kalmıyor.

Tecrübe sükûta büründürüyor insanı ama sükût da huzur vermiyor.

Sessizlik tecrübeden kaynaklı bir duruş sadece…

Belki de çok konuştuğumuz zamanlar içimizden atıyorduk kirleri kim bilir?

Susmak başımızı beladan korudu, tamam…

“Söz ağızdan çıkana kadar sizin, ağızdan çıktıktan sonra sözünüzün esiri olursunuz.” falan diyerek susmayı öğretti zaman bize fakat ne kazandık?

Hangi yoldan gideceğimizi bilmiyorken birçok yol öğrendik ama şimdi hangi yoldan gideceğimizi biliyoruz, erkenden varıyoruz gideceğimiz yere de sonuç ne?

Varıp, oturup sıkılmaya başlıyoruz!

Hangi meyvenin daha lezzetli olduğunu öğrenince başka vitaminler almaya gerek duymuyor, yarım besliyoruz vücudu da ruhumuzu da…

İnsanların ağızlarını büzüşünden Ömer diyeceklerini biliyoruz da ne oluyor?

Ne sırtımızda yeni yara izleri ne de yarayı iyileştirmek için merhem var elimizde.

Tabiri caizse, kimin ne mal olduğunu öğrenince ıssız kalıyoruz…

Delikanlılığın bizi sürüklediği maceralar vardı. O maceralar bizleri olgunlaştırdı veya sûkuta dûçar etti veya yola çıkmamayı öğretti.

Onlar şimdi hoş veya kekremsi birer anı olarak kaldı zihinlerimizde.

Bilmenin zulmü mü, bilmenin ilmi mi, bilmenin acziyeti mi, adı her neyse…

Yaş aldıkça daha çok gelecek kaygısı içine düşüp debeleniyoruz. Biliyoruz ama bilgimiz de bizimle birlikte toprağa doğru yol alıyor.

Eskiden at hasta değilse binip bir yerden bir yere gidebiliyorken şimdi araba çalışır vaziyetteyken bile her an bozulur kaygısıyla yola çıkıp yolu da yolculuğu da zehir edip yolcuları da kendimizi de huzursuz ediyoruz.

Bir delikten birden fazla ısırılmama olayı değil kast ettiğim. O duruşu bozmamak lazım, onu korumak lazım.

Tecrübe diyorum…

Yalnızlaştıran tecrübe…

Bizleri insanlardan belki de insanlıktan uzaklaştıran tecrübe!

Bir yaraya merhem olmanın vereceği iç huzurunu yakalayamıyor yalnızlaşan insan.

Tamam, insanların, insanlığın şerrinden belki uzak kalıyor ama…

Hayat bir mücadele değil miydi?

Hayat iyisiyle, kötüsüyle bizleri yoran, dinlendiren, hüzünlendiren bir yolculuk değil miydi?

Yollar ayıklanmış, taş kalmamış yollarda, gidilecek yerler belirlenmiş, gidilecek yollar hafızalara kazınmış…

Navigasyon çıktığından beridir kaybolmuyoruz ara sokaklarda…

Ara sokakların ruhunu da hissedemiyoruz.

Yön tabelaları ile dolu her yanımız…

Heyecan yok, heves yok, istek yok, umut yok…

Tüketmemeliyiz aslında her şeyi hemen…

Seksen dört yaşındaki tecrübeli bir insanın tecrübe sahibine ne gibi katkısı olabilir ki?

Yazmıyorsa, insanları etkileyecek herhangi bir etkinlik yapmıyorsa…

İyiyle kötüyü, doğruyla yanlışı ayırt edemeyenlere yol yordam göstermiyorsa…

Mustafa Süs

Facebook yorumları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir