Sahibini Unutan Valiz (Öykü)


M'S

SAHİBİNİ UNUTAN VALİZ (ÖYKÜ)
Her şeyi geride bırakıp, beni de unutup, yolculuğa çıkmış benim valiz… Soruyor gittiği yerde:
Şimdi bu içimdekileri giyecek adam nerede?
Beni unuttu mu? Muamma. Belki ben vazgeçtim onunla gitmekten.
Kıyamadım yakmaya belki kim bilir içindekileri…
O kıyafet dolu sanıyor içinde.
Oysa içim var, kocaman bir içim, valizin içinde.
İçimden geçmeyen ne varsa hepsini dökmüştüm, valizin içindekilere.
İçimden geçenlerin de bir kısmını dökmüştüm…
İçimden geçtiğini düşünen çoğu kişi yanılıyor belki.
İçimden geçtiğini düşünen çoğu hayal de öyle.
Gerçeklerin de önemli bir kısmı, geçmemiştir içimden.
Ben bilmez miyim, içimden geçenleri.
Valiz yanılıyor.
Umulur ki kendini suya atmasın!
Ateşe de atmasın.
İçimden geçmeyen, aklıma gelmeyen değil, neler var o valizin içinde?
Bereket versin ki hepsinin altında imzam var.
Bereket versin ki, kimse bilmiyor imzamı.
Birkaç da elbise var içinde, içimden neler geçti o elbiseleri koyarken valize.
Yakmaya kıyamadığım elbiseler mi yoksa yakarsam kokusu içime siner korkusuyla yakmaktan vazgeçtiğim elbiseler mi bilinmez.
Bilinmez bir diyarın acemisi bir valiz.
Uzaktan tahmin ederek yazıyorum bu satırları.
Valizin her köşesinde birer sızı saklı.
Fermuarı bozulduğu için bağladığım ipin bile düğümünde gözyaşı var tozlanmış dolabın içinde, kurumuş sonra. Elimle yoklayayım demiştim de, kendi elime kendi ellerimle gülmüştüm.
Ben kim gözyaşına, üstelik kurumuş olanına dokunmak kim.
Hem gözyaşı da benim, dokunmuştur zaten dökülürken, bir de ben mi dokunayım ona, bana?
Seyri seferler vardı içime doğru…
İçime sızdılar birkaç atlıyla birlikte.
İçinde ne gördüler içimin bilinmez ama, içimde nal sesleriyle nasıl da uyandırdılar beni gecenin kör karanlığının tam kıyısında…
Nal sesleriyle uyanmadan önce de fena haldeydim.
Kim sırtladı bilmiyorum, arkadan sadece ayakları görünen biri valizin altına girmiş gayet rahat bir şekilde yokuş yukarı tırmanıyordu.
Çıkacağı zirvenin bana görünümü uçsuz bucaksız idi.
Valizin hamalına ne kadardı bilemem. Rahat olduğuna göre ya yeni çıkmıştı yola ya da gerçekten benim içimdeki yük o kadar ağır değildi.
Boşalttığım halde hafiflemedim ben. Nasıl ağır olmazdı ki o valiz?
On onbeş kilo ederdi belki net olarak, fiziksel ağırlığı.
Ama öyle hesap doğru olur muydu ki?
Dağların yükünü on onbeş kiloya indirgemek haksızlık değil miydi?
Hamalın yüzüne baktıkça biraz hafifletiyordu yükümü.
Hamal zorluk çekmiyorsa ağır değildi belki de yüküm.
Benim uyurdurmamdı dağların ağırlığı falan.
Yukarıda rızkını arayan dağ keçilerinin ayağından seken taşlar hamalın üstüne üstüne geliyordu, hamal oralı olmuyor, yürüyordu. Yeğniydi yükü anladım.
Ama yuvarlanan koca taşı sırtından indirdiği valizle durdurdu. Yeğni olsa siper olur muydu valiz?
Karmaşıktı yeterince her şey.
Bilinmeyen ne vardı ki aslında? Alt tarafı hiçbir şey bilinmiyordu.
En çok da valizin içindekiler, ondan bir kademe sonra da hamalın valizle yukarı niye çıkmaya çalıştığı…
Zirveye vardı, bir damla su içmeden. Alnı da terlememişti hiç. Kim olduğunu bilemedim tabi. Yabancıydı. Alnında ter olmadığından alın yazısı rahatça okunuyordu…
Cebinden çakıyı çıkardı, tam gözyaşlarımın olduğu düğümü kesti, gözyaşlarım boşaldı o an…
Nal sesleri de içimden fırlamaya başlayınca büyük bir tebessümle uyanmayı umut ederek yattığım uykudan kocaman bir tasa ile uyandım.
Hamal hissetmiş olacak ki rüya tabirlerini geçiriyordu kafasından…
Gökyüzünden yağmurla birlikte benim kağıtlar yağıyor bazen mavi bazen siyah yağmur dökülüyordu yere.
İçimden geçenler de, içimden geçmeyenlerin bir kısmı da üstüme ağıyordu farklı renklerde.
En çok da kurşunî renkte olanlar.
Aman Allah’ım ne ağırdı öyle…
Mustafa Süs

Facebook yorumları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir