Bazen sobanın başında çay içmek için, soba özlemini gidermek için kahvehaneye uğruyorum. Şehirde yaşayanlar için soba bir özlem gerçekten.

Kahvede oyun da oynamıyormuş ilk gittiğimde fark etmemiştim ya da oyun oynayan birileri yoktu o zaman.

Çayım elimde yudumlarken oyun oynayan insanların ruh halini algılayabilmek için arada bakıyorum yüzlerine uzaktan.

Ciddiyet öyle yüksek seviyede ki anlatılır gibi değil.

Oyuna öyle çok önem veriyorlar ki, ellerine yanlış bir kâğıt gelip de fırsatı kaçıracağım korkusuyla, ürkek bir kuş gibi kâğıt takip ediyorlar.

Genci de var yaşlısı da var.

Bu insanların evlerinde eşlerine ve çocuklarına aynı ehemmiyeti gösterdiklerine inanmıyorum.

Bu oyun denilen illet kanser hücresi gibi girdi mi vücuda vücudu iflah etmiyor.

Bir de bunun maddi boyutu var. Akşama kadar burada oyun oynayan insanların ödedikleri çay parası gereğinden fazladır büyük ihtimalle.

Günde iki paket sigara içip de üniversitede okuyan çocuğuna burs arayan insanlar gibi düşündüm bunları da…

Üstelik yenilenin hesabı ödediği bir kumar oyun dediğimiz…

Vakti zamanında üniversite birinci sınıfta okurken arkadaşlar beni okey oynamaya götürmüşlerdi.

İlk oyunda üç taş çalmıştım, hemen ortaya çıkmıştı, beş taş çalınırmış meğerse. Epey gülmüşlerdi bana.

Oyuna ara verip kahveciye namaz kılacak yer sormuştum da, “İlk defa burada biri böyle bir soru soruyor.” demişti garson.

Oyun bitti kalkarken sen ödeyeceksin hesabı dediler, ödeyeyim de ben yenildim, ben ödersem kumar olur, etmeyin eylemeyin başka zaman ödeyeyim diye ikna etmiştim arkadaşları.

Zaten o son olmuştu bir daha elime almadım şükür.

Hele bir de oyun oynamayıp da yan sandalyede oturan tipler var, sürekli akıl verip insanı çileden çıkaran, hiç kimsenin sevmediği türden tipler. Oyun oynayan bir çay içene kadar o en az iki çay içer beleş ya…

Normalde de vardır öyle tipler.

Sen çay içersin o kahve içer ama hesabı da ödemez.

Sen kuru fasulye yersin o kavurma yer ama hesabı da ödemez.

Ardına bir de tatlı yer.

Aslında size birileri bir şey ikram ediyorsa ya onun yediğinden istemek ya da daha az masraflı olanı tercih etmek gerek…

Eskiden kahve değil kıraathane derlerdi bu tür yerlere kıraat okuma demek, hane de ev, okuma evi.

Kitap falan olurdu, buralara gelenler kitap okurdu. Sohbeti de iyi olurdu, köyün ya da mahallenin ileri gelenlerinden biri çıkar sohbet eder ya da sohbeti yönetirdi, köyün öğretmenleri, köyün hocası falan da gelirdi. Hem gençlere yaşadıkları tecrübeleri anlatılardı büyükler hem de görgü kuralları öğretilirdi yaşayarak.

Küçük küçüklüğünü bilirdi, büyük de büyüklüğünü bilirdi.

Bir mecliste kim nerede oturacağını bu yerlerde öğrenirdi, kim nerede ne konuşacağını bu yerlerde öğrenirdi.

Düşküne yardım edilecekse, düğünü cenazesi olana yardım edilecekse bu yerlerde karar verilirdi.

Toplanma merkezi idi bu yerler, hem toplanma hem istişare hem de karar alma merkezleriydi.

Hâkime de gerek yoktu savcıya da avukata da gerek yoktu, insanlar kendi aralarındaki sorunlarını bir büyüğe danışarak çözerlerdi.

Eskidendi tabii bunlar, oldukça eski zamanlardan.

Emekli parkı, işsiz parkı, boş gezen insanların parkı oldu şimdi böyle ortamlar. Gereksiz oyunların oynandığı, maçların seyredildiği…

Buralarda harcanan zaman, buralara verilen önem, buralarda boşa harcanan parayla neler yapılmaz ki…

Düşündüm de…

Buralarda zaman öldüren insanların mutlaka bizleri imrendirecek bir hikâyesi olabilirdi diyorum…

Mustafa SÜS

Facebook yorumları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir