İlişkilerin ”Ha Keş” Seyri

Kimi insanlar bazı zamanlarda birbirlerini coşkuyla karşılarlar ve en kısa zamanda yeniden buluşmak dileğiyle coşkuyla uğurlar.

Netice olarak da belki bir daha hiç karşılaşmazlar ya da mecburiyetten bir araya gelirler.

Bu heyecanı yaşamayan yoktur. Kaldı ki ikinci buluşmalarda birinci buluşmadaki heyecan ve tad kalmaz.

Kekremsi olmaya başlar sohbetler de yenilen içilen şeyler de.

Neden böyledir peki?

Denize gittiğini düşün.

İlk gün içinden çıkmazsın akşama kadar, sonra git gide seyrekleşir denizde kalma süren.

Hani sen denize aşıktın, hiç çıkmayacak gibiydin denmez.

Yukarıdaki konuyla tam ilintili olmasa da ilk zamanların heyecanı ile sonraki zamanların heyecanı birbirine denk değildir buluşmaların…

İlişkilerde de böyledir bu.

İlk zamanlar akşama kadar bir arada olsalar bile çiftler, gece rüyalara da girerler birbirlerinin.

Sonra rüyalar yerini gerçeğe kimi zaman da kabusa bırakır.

Keşfedilmemiş bakir alanlar keşfedilmiştir. Uzaktan söylenen yalanların doğru olmadığı anlaşılmıştır.

Mesafenin getirdiği tılsım bozulur yakınlaşma çoğaldıkça.

İnsanın neticede bir insan olduğu gerçeği göze sokulur.

İmkansızlığın insana atfettiği kutsallık yerini olağana, sıradanlığa bırakır.

Övgüye mazhar olacak şekilde yapılan işler bir görev halini alır.

Mecbur hisseder bir zaman sonra insan kendini iyi şeyler yapmaya.

Önceden yapılan ihmalkârlık görmezden gelinirken sonraki yapılan gerçek anlamda unutma olayı büyük tepkiye neden olur.

Alışılmış, öğrenilmiş hatta ezberlenmiş birliktelikler tılsım arar durur…

Tatil istekleri, başka yerler görme arzusu, eşya değiştirme içgüdüsü dolar taşar…

Önceden bir üçüncü şahıs yanlarına gelince ”karakedi” muamelesi görürken, bir zaman sonra üçüncü, dördüncü, beşinci kişilere ihtiyaç duyulur.

Zamanında çok, belki gereğinden fazla ilgi gören kadın alıştığı ilgiyi bulamayınca kendinden şüphe duymaya başlar.

Acaba ilgisini çekemiyor muyum?

Acaba kilo mu aldım?

Acaba eskisi gibi güzel değil miyim?

Hayatında başkası mı var?

Benden sıkıldı mı? gibi hezeyanlara kapılır.

Erkek de, kadınlara yüklediği misyonu gözden geçirir.

Onların peşinden koştuğu zamanlardaki düşünceleri çöp olmuştur.

Önceden naz yapan, zerre kadar ilgi göstermeyen, ilgili olduğu anlaşılacak diye ödü kopan kadın ilgi beklemeye başlamıştır.

Bu müthiş bir çelişki değil de nedir?

Erkeğin havsalası almaz bu durumu.

Ciddi bir ikilem yaşar…

Sonra hayatın normal haline verir kendini, bir erkekle bir kadının nasıl olması gerekiyorsa ilişkileri öyle devam etmek ister hayatına.

Kadın bunu kabul etmekte zorlanır.

Zorlanmak ne kelime depresyonun birinden çıkar diğerine girer.

Evin eşyalarının yerini değiştirir, eşyaların kendisini değiştirir, saçının şeklini, boyasını değiştirir.

Huyunu değiştirmek istediği kocasıdır aslında tüm bu değişkenliklerin tek açıklaması budur.

Kocasının huyunu, karakterini değiştirmeye gücü yetmediği için başka şeyleri değiştir.

Erkek bunu fark ettiği için, içten içe güler. Bir yaştan sonra kim kimi değiştirmiş ki sen beni değiştireceksin be kadın demeye getirir olayı.

Kaldı ki karakterini değiştirsen yerine ne koyacaksın?

Akşam eve dönerken kabağın yanında kabak çiçeği getirse alıp başına çalarsın, çiçekçiden çiçek getirse, hergün hergün çiçek mi alınır diye sitem edersin, der erkek…

Kadın da erkek de birbirini anlamadan ömür biter.

O ilk zamanlar birbirini gerçekte görmeyince rüyada gören çiftler bir zaman sonra birbirinden sıkılır ya? Onları bir de ihtiyarlayınca görün…

Biri bahçeye gitse, biraz geç kalsa, diğeri hemen peşine düşer nerede kaldı diye…

Size mendebur bir kadınla ihtiyarlayan bir erkeğin hikayesi ile veda edeyim…

Vakti zamanında köyün birinde bir çift yaşarmış.

Eski zamanlarda bolluk içinde yaşamışlar bunlar.

Mal, davar, toprak, harman, çoluk çocuk, eş dost epeyce fazlaymış.

Gittikçe çaptan düşmüşler, çocuklar büyüyüp uzak şehirlere gitmişler, pek geri dönen olmamış.

Mal, davar, toprak da suyunu çekmiş. Bununla doğru orantılı olarak eş dost da kalmamış.

Hayat zorlaşınca zorluk yüzü görmeyen hatun da zorlaşmaya hayatı herifin burnundan getirmeye başlamış.

Adam malın mülkün gitmesine üzülmemiş, Allah istediğinden alır, istediğine verir diye tevekkül etmiş de…

Kadının gerçek karakterinin ortaya çıkmasına üzülmüş. Ne yapsa bir türlü eskiye dönmüyormuş kadın.

Eski zaman adamı işte! Kadına şiddet konusunda oldukça hassas davranır fiske bile vurmaz hatta kötü söz bile söylemezmiş o mendebur eşine…

Günlerden birgün kahvaltı yapıyorlarken kadının boğazına keş durmuş. Keş yani peynirin dinsiz imansızı yani yağsız olanı, suyla veya çayla yemezsen boğaza durur…

Kadın yalvarır gözlerle kocasına bakıp su getirmesini ima etmiş, konuşmak ne mümkün…

Kocası da yerinden kalkıp su getirirken içten içe:

Ha keş, ha keş! diye dua(!) edip suyunu veriyormuş eşinin…

Keş boğazına duracak ve kadın da ölecek…

Mustafa SÜS

Facebook yorumları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir