İÇLENMELER… (Öykü)


İÇLENMELER… (Öykü)
İçli bir tebessümle ağlarken son buldu sevinçler, el yordamıyla yokladı sol yanını, kapatsa görecekti oysa gözlerini.
Aradı, arandı, gitti geldi kaç kez, yoktu, yokladıkları, çoğalttı yalnızca yalnızlığını…
Birikintilerle yıkmak istedi bendini, bendi sağlam değildi oysa birikintileri de çoğaltılmış değildi, cılızdı, debisi azdı gözyaşlarının, seyrü seferde bakışlar, odaklandı heyulaya, garipseyerek benliğini.
Şöyle bir açılmak istedi, nefesini tutup, öleceği anı hayal ederek. Öldü birkaç kez, aceleyle dirildi hemen, yaşanacaklara aldattı kendini. Ölse sonu gelirdi, kopardı kıyamet.
Birkaç kez de saldı boşluğa nefesini, yaşamayı denedi, mecali yok gibiydi, takati bitmişti sanki resetlenmiş bir bahaneyle sıfırdan başlayacak gibi dertler, ilerlemesine yılların sevindi.
Daralıyordu uçurumla arasındaki mesafe, kıyı bucak kaçmak istedi, köşelerde saklanırcasına, sakınırcasına gözlerden.
Irak olsun dedi, yakın olması gereken her şeyden ürküyordu, yaktılar dedi, ölümü yaktılar, ölümler yakılmazdı önceleri, ölenlerin yakıldığını duymuştu oysa. Ölüm! Ne ağır bir muştu. Kasvetli geldi önce, duruldu gitgide, git gide durulttu suları akıntılayarak, su akarken pislik tutmaz, duymuştu da, bunu nasıl uyarlardı hayatına, nasıl akıp gitmek istedi, nasıl da yol almak, sessiz ve kıraç vadilerde, vadilerin çekilmişti suyu. Yeşillendirmek istedi, bir kitap kapağına mülhem vadileri.
Çalıya çırpıya bırakıp kirleri, kirlenmişliğini, akıp gitmek istedi, çalı çırpı herkesti, kalabalıklardı, gürültüler, gürül gürül akmak istedi, gürültülerin sığlığında, derince gözlerine bakarak boşluğun.
Soyundu, arındı, arındıkça daha tez belli ediyordu yeni kirleri, bembeyaz kâğıda verilen misaller karıştırdı kafasını.
İnce kıyafetlerin üşüttüğü gibi, arınmışlık kir belli ediyordu daha çok, kirlenmiş mi kalmalıydı yoksa?
Duvara toslamamışların naifliği, zarifliği, çıtkırıldımlığını görmüştü çoğu kez. Çoğu kez acımıştı, daha dayanıklıyım diyordu, çok toslamışlığım var, çok ağlamışlığım, aldanmışlığım. Çoktu her şey.
Hiçbir şeyi de yoktu, öyle düşünüyordu, kirli çıkılarını kendi de unutmuştu, açığa çıkmasından korkardı, kendinin dahi bulamayacağı izbelerde kaybetmişti.
Hiçbir şeyim yok demek daha akıllıcaydı, aklıncaydı bu düşünce, aklı da kalmamıştı aklınca.
Can sıkıcı beylik laflardan sıkılmıştı canı, canından usandırmışlardı, usandırtmıştı kısa ve öz.
Her gün geçip karşısına, alıp dünyayı karşısına bir çizik daha atıyordu yüzüne, çiziktiriyordu günleri, günler durur mu? Onlar da çizik atıyordu yüzlerine, bir tel daha ağarıyordu şakaklarında.
Sür atını diyordu, kırbaçla! Kişneme sesleri duyulsun, kulaklarım duymasın, ama benden uzaklarda duyulsun, gittiğimi fark etsin aynalardan önce geride kalanlar.
Bilemedi en önce aynalar fark edecekti gidişi, aynalar hep fark ederdi, aynalar, dostlar!
Ağız dolusu içerledi, ağzında biriken yaralarla, biriktirdiler yaraları dedi, hep başkalarıydı biriktirenler, yalnızlığını da, yaralarını da, yaşanmamışlıklarını da.
Kendisini hiç suçlamazdı, suç bulmazdı cesaretsizliğine, ta ki gidene dek.
Gitmek lazım diyordu çıkmak yollara, kaldığı için korkak ilan etmişti kendisini. Var mı ki iten beni? Aranırken buldu yollarda kendini.
Gitmek cesaretsizliğinin ta kendisiydi.
mustafasus@hotmail.com


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir