SÖZ DOLU HAYAT (Deneme)


SÖZ DOLU HAYAT (Deneme)
Yılları biriktirdim, dibi delik heybeye…
Boşluğu da yoğun yaşadım boşvermişliği de…
Acının dibine daldım, denizin dibine dalıp da inci çıkartanlar gibi değildi su yüzüne çıkışım, huzur dipte kaldı.
Tüm anlatılanlar hikayeydi sanki, tüm anlattıklarım ve anlatacaklarım.
Hayat hikayeydi, hayatımın hikayesiydi hayat.
Yaşanmamış mıydı? Yaşanmıştı evet!
Alıp başını gitmişti cümlelerim, cümle alem gitmişti. Cümleten geçmiş olsundu artık.
Bitmişti başlayan ne varsa, başlamayanlara sıra gelmesindi, sıraya girsindi yapılan hatalar, tekrarı yayınlansındı artık, tekerrür etsindi çıkmaz yollar.
Bu acı sabaha çıkmazdı, çıksın mıydı? Acıydı, acıtıyordu, sabaha çıkarsa günle birlikte, dün olurdu belki, gün örterdi kim bilir?
Kim bilebilirdi ki hayata susamış sevinçlerin acı tokluğuna geldiklerini?
Yevmiyesinden düşülsündü yıllar, yaşanmışlığın bedelini yıllara ödetmeyeli çok oldu.
Çok oldu gülmeler, çok geldi, geldiği gibi gitmesinden belliydi.
Herhangi bir umuda bel bağlıyordu, hissettiği tüm buruklukları hayra yorarak, yorularak bel bağlıyordu.
Yere her kapaklanmasında yırtılan pantolonuna üzülmeye vakti vardı, üzülürdü, gülerek, gülümsemeyi ihmal etmeyerek…
Ta ki dizlerindeki yarayı hissedene kadar yongası olan mal, can acıtmayı devralmıştı. Can acıtıyordu canını, can atarak acıtıyordu kendini, kendisini acıtmanın hazzını yaşıyordu, ağlayarak, ağladığına gülmelerine aldırmadan.
Ne ki, şiirler hayatın tortularıydı belki, janjanlı laflar biliyordu, sözünü yükseltmeyi ihmal etmeden ses etmiyordu, çıkmıyordu sesi, boğuktu anlaşılmıyordu çıksa da, huy mu kalırdı can çıkınca? Can çıkınca huy kalsa kime neydi zaten?
Kime neyi vermişti de geri istemeye yoktu yüzü? İstemeye istemeye doldu elleri, yüreği doldu, daraldı hatta. Yüreğinde bir boşluk kalmadı, boşluk kalmazdı zaten, dolardı, dolardı her boşluk dolduğunda gözleri.
Yılları kırpıp kırpıp doldurdu dibi delik heybeye, ağırlığından bir şey kaybetmeden, vurdu yükünü sırtına, koştu, koşaradım düştü boşluğun sinesine, boşluk kabul etmedi, dönmeye de yoktu yüzü.
Yüzü kıvrım kıvrım, kesik, keskin çizgilerden belliydi, kaderin imzası mıdır nedir? Çatıktı sürekli kaşları, yıllar geçerken attığı çizikleri derinleştirdi.
Sonradan görme değildi kederler, sonradan gelme değildi. Alışıktı, duruyordu öylece yerli yerinde. Asil bir duruş sergiliyordu, yakışıyordu da ha!
Doğum sancısı gibi yakışıyordu, ölüm asilliği gibi yakıştırıyordu kendisine acıyı.
Kimseye bu kadar yakışmaz bencilliğindeydi. Kimse bu kadar anlayamazdı, anlatamazdı da kimseye.
Kimsesi kalmamıştı, kimin umurundaydı belki?
Varlığı ile yokluğunu ayırt eden tek kendisiydi.
Çok haksız da değildi, çok da haksızlık etmemişti kendisine.
Haklıydı hiç olmadığı kadar.
Boşluk doluyordu, gözleri doluyordu.
Sözleri doluydu.
Söz doluydu.
Söz sessiz!
M’S
 


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir