HIRDAVAT AĞIRLIĞI (Öykü)


valiz

HIRDAVAT AĞIRLIĞI
Kader utansın, diye başlayacaktı hayıflanmaya, da kaderin utanacağı falan yoktu. Hem kader niye utansındı ki? Kaderi eline alıp da matkap yapan ve sonra da o matkapla ruhunu delik deşik eden kendisi değil miydi?
Herkes bilirdi bunu. O da biliyordu nitekim. Sırf rahatlama adına söyler dururdu, suçu hep başkalarına atmak adeti olmadığı için, sadece kadere suç atmakla yetinir, yer bitirirdi kendi kendini.
Kader de utansaydı keşke, ne olurdu ki utansa ve rahatlatsa kader, kader utansın diyen herkesi? Kaderin de umurunda değildi insanların düştükleri durum, o insanı o hale düşürenlerin de!
Valizini geride hiçbir iz bırakmadan hazırlamış, yola koyulmamak için tüm çabaları sarf etmiş, vedalaşmak istediği herkesle bir şekilde bağlantısını koparmış, gözlerinden akan yaşları da silmeyi unutmamıştı. Aynanın karşısındaydı. Gözlerinin altı morarmamıştı, öyle olmasını ister gibi bir hali vardı.
Geride kalan her şeyi tek tek kontrol etti. Evet, hiçbir iz kalmamıştı gitme sebebini gizleyecek!
Her şey yerli yerindeydi yani!
Valizini tekrar açtı. Götürmezse içinde, aklında kalacak bir şeyler koymuş muyum acaba diyerek çıkarttı içindekileri.
Yanılmamıştı şüpheye düştüğünden. Şüpheleri hiç yanıltmazdı. Ne hissederse çıkardı ortaya. Ortaya çıkan her şey de mutlaka acıtır, üşütür, yakardı sonra.
Umutlarını almıştı yanına, işkencesine katlanma pahasına! Hayallerini de almıştı. Sırtından çıkardığı kanlı hançeri de yerleştirmişti valizin içine.
Valiz taşınamayacak kadar doluydu. Hiçbir hamalın taşımak istemeyeceği kadar ağzına kadar! Taşmıştı aslında ama taşanları görecek hiçbir göz olmadığı için de o valizin ne kadar ağır olduğunu anlayamazdı kimse.
Anlaşılmaz eşyalar yerleştirdi sonra valize. Çıkarıp her şeyi içinden valizin. Çekiç, pense, kerpeten, kalorifer peteği, tornavida gibi hırdavat malzemeleriydi yerleştirdiği.
Ne kadar da ağır? diye soran olursa bir cevabı olmalıydı.
Açtı arabanın bagajını, isyan edecek değildi ya arabası! Hem isyan etmeyi nereden bilecekti ki metal yığını? Bagaja yerleştirdi valizini son rötuşlardan sonra.
Odasının duvarına hiçbir eczacının bile anlayamayacağı türden yazı stili ile bir şeyler karaladı. Bir şeyler sökün etmişti içinden. İçinden ne geçiyorsa yansıdı duvarlara. Küfür kültürünü konuşturdu en çok. Kader de utansındı artık, utanmazsa o da kaderin bileceği işti.
İş miydi yani şimdi, kalkıp da valize hırdavat malzemesi yerleştirmek?
İş olsun diye yaptığı o kadar çok şey vardı ki! Ne anlatılsa anlaşılır; ne de anlaşılır bir şekilde anlatmak isterdi.
Ağırdı yükü. Öylesine ağırdı ki, araba yola çıktığı andan itibaren bir şehir göç ediyor zannederdeniz. Hatta zannetmekle kalmaz, çok da abartıldığını düşünür dudaklarınızı bükerdiniz.
Yük ağır değilse, şehir neden göç ediyor sanasınız ki?
Caddeler, mağazalar, yollar, kaldırımlar hepsi sökün etmiş gidiyordu işte.
Ay bile yerinde duramıyor, gittikçe peşliyordu, peşi sıra onu.
Köpek sesleri kesilmiş, şehrin yerinde yeller esiyordu. Işıklar yanmıyor değildi, trafik alt üst olmuyor değildi. Sirenler çalmıyor, trenler gelip geçmiyor değildi şehrin ortasından.
Yollar sarsılıyordu, çatlıyordu yer yer. Yer yerinden oynuyor sanırdınız. Hırdavat malzemelerinin bu kadar da ağır olması kimseye inandırıcı gelmezdi. İnandırıcı da değildi zaten.
Kaldırımlar dile gelse? Hayır gelmemeliydi.
Dört duvar dile gelse? Olacak iş mi şimdi bu?
O kadar ağır yük altında isyan noktasına gelen metal yığını arabası durdu bir uçurum kenarında. Uçuruma aşina bir çift göz, altları morarmış bir vaziyette indi arabadan, dalıp gitti uçuruma.
Çekiyorlardı birbirini. Birisi gel dese koşacaktı diğeri. O kadardı yani!
Ne sandınız ya?
M’S


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir